Tags
Adam Silver, Aziz Yıldırım, Donald Sterling, Los Angeles Clippers, Türkiye Futbol Federasyonu, TFF, TMZ, şike, ırkçılık
NBA ile TFF’yi karşılaştırmak ağır siklet boks şampiyonu ile tüy sikletteki sıradan bir boksörü kıyaslamak gibi ama biz yine de sosyal bir değerlendirme yapalım NBA’deki konudan yola çıkarak:
TMZ adı verilen bir paparazzi kanalı geçtiğimiz Cumartesi ve Pazar (26. – 27.04.2014) günleri Donald Sterling’e ait olan bazı ses kayıtlarını yayınladı. (Donald Sterling, Los Angeles Clippers takımının sahibi.) Konuyla ilgili yorum yapanlar ısrarla “statement allegedly made by Doland Sterling” kalıbını kullandılar. Yani “Donald Sterlinge ait olduğu söylenen ifadeler” şeklinde.
Önceki yazımda da yazmış olduğum gibi NBA başkanı Adam Silver ses kayıtlarını duyar duymaz harekete geçti. Oyuncularla, NBA oyuncu birliği yöneticileriyle, Los Angeles Clippers yöneticileriyle, hatta Doland Sterling ile görüştü ve olayı en kısa zamanda sonuçlandıracağını belirtti bir basın toplantısında. Olayın üzerinden üç-dört gün geçtikten sonra da yani bugün (29.04.2014) (daha doğrusu ABD için dün akşam) NBA başkanı olarak kesin kararını verdi: Donald Sterling “hayat boyu” NBA’deki tüm haklarından mahrum edildi. Hiçbir NBA maçına gidemeyecek. Los Angeles Clippers’ın herhangi bir etkinliğine katılamayacak. Bunun üstüne 2,5 milyon ABD doları da cezaya çarptırıldı. Peki ceza neden 2,5 milyon ABD doları? Çünkü NBA’in verebileceği maksimum ceza miktarı 2,5 milyon ABD doları da ondan. Hatta basın toplantısında Adam Silver, kulübün diğer ortaklarıyla da konuştuğunu ve Donald Sterling’e takımı satması konusunda baskı yapacağını da belirtti:
Bu karar NBA ile ilgisi olan herkesi memnun etmiş görünüyor. Kimsenin bir şikayeti yok. Adam Silver ilk ve en zorlu sınavını başarıyla vermiş görünüyor.
Peki bütün bunlar olurken Donald Sterling ne yaptı? Ekranlara çıkıp, “Bunlar montaj. Bana komplo kuruluyor.” mu dedi? Yoksa “Bu dinlemelerin hiçbirisi yasal değil. Olmaz bu. Hukuksuzluktur bu.” mu dedi? Ya da “Los Angeles Clippers’ın son zamanlardaki başarısını çekemeyenlerin işi bu. Kanımızın son damlasında kadar direneceğiz. Son sözümüz Clippers.” mı dedi? Bu da olmadı “Montajlarla, ayak oyunlarıyla bizi yıldıramazlar. Clippers Cumhuriyeti herkesten büyüktür.” falan mı dedi? Peki Donald Sterling’in herhangi bir yalakası bunlardan birisini yaptı mı? Medya vasıtasıyla öfke ve kin pompalanmış olan Clippers taraftarı sokaklara dökülüp, “Büyük başkan seninleyiz.” diye gösteriler mi yaptı? Staples Center’ın önünden geçen South Figueroa caddesini caddesini trafiğe mi kapattı? Bunların hiçbirisi gerçekleşmedi tabii ki. Çünkü bu olayın yaşandığı yer Amerika Birleşik Devletleri. Öncelikle kamuoyu sizi perişan eder. İnsanları bu türlü saçmalıklara ikna edemezsiniz. Bir kısım kusurlarıyla beraber oldukça olgun bir kamuoyu vardır burada.
Tüm bu yazdıklarımı, yukarıdaki resimle beraber düşünürseniz “NBA ile TFF” ve “ABD kamuoyu ile Türkiye kamuoyu” arasındaki farkı çok rahat görebilirsiniz.
Ayrıca ülkemdeki futbolun durumu ile ABD’deki basketbolun durumunu kıyaslarsanız zaten aradaki uçurum da kolayca anlaşılır.
NBA başkanı (NBA commissioner) olayı öğrendikten “3 (yazıyla üç)” gün sonra kararını veriyor. Bizde TFF “şike” diye bilinen olaydan aylar sonra bir karar veremiyor. En sonunda vermiş olduğu karar da kimseleri tatmin edemiyor. Ortaya öyle bir cümle çıkıyor ki insan buna kıçıyla bile gülemiyor: “Şike vardır ama sahaya yansımamıştır.” Herhangi normal bir insan evladının yorumlamakta oldukça zorlanacağı bu cümleyi bizim toplumumuzdaki bazı at gözlüklü tipler “normal” kabul edebiliyor. (Daha fazla ayrıntı için: Şike İddianamesi’nden – THE END (THE FEATHER) ve http://maksatsporolsun.blogspot.com.tr/2012/05/tarihe-not-dusulsun.html) Çünkü bizde amaç adalet değildir genellikle. Esas amaç; öncelikle kendini, sempatizanı olduğun topluluğu ve o günü kurtarmaktır.
Benim ülkemde NBA’de yaşananların tamamen tersi yaşandı değil mi şike sürecinde? Resmi “tape”ler, görüntüler bile inkar edildi. Bunları kayıt altına alanlar suçlandı. İlgili, ilgisiz birçok insana ihale edildi olay. Ekranlardaki dezinformasyonun haddi hesabı yoktu. Üstelik bunların önemli bir kısmı da “zanlı”lar ve onların yalakaları tarafından gerçekleştirildi.
Sonuç olarak ABD’nin gayri menkul milyarderi ve aynı zamanda bir Yahudi olan Donald Sterling, bir paparazzi kanalının medyaya aktarmış olduğu, yasal olarak delil bile teşkil etmeyecek bazı ses kayıtlarından dolayı NBA tarihindeki en ağır cezaya çarptırılmış oldu. (Donald Sterling’in bir Yahudi olduğunu Adam Silver’a basın toplantısında sorulan bir sorudan öğrendik. Aynı toplantıda Adam Silver’ın da bir Yahudi olduğunu öğrenmiş olduk. Selefi David Stern gibi. Ama konumuz bu değil. Zaten bizce çok fazla önemi de yok.)
Halk olarak da aslında oldukça sorunlu bir halkız. Kamuoyu diye bildiğimiz yapıda ciddi sorunlar ve yılların biriktirmiş olduğu, tamir bekleyen hasarlar var. Yukarıda da belirttiğim gibi bizdeki amaç adalet değil sempatizanı olduğumuz topluluğun, her ne olursa olsun haklı çıkmasıdır. Bunun için de kendimizi paralamaktan çekinmeyiz. Sempatizanı olduğumuz grubun haklı çıkması için gösterdiğimiz çabanın yüzde birini adaletin, gerçeğin, doğrunun ortaya çıkması için sarf etmeyiz. Çünkü işimize gelmez. Ama iş, beylik laflara ve sloganlara gelince de elimize kimseler su dökemez. Millet olarak bu konuda rakip tanımayız. “Türk’ün gücü” acayip bir şeydir. Buna kimse direnemez. Ne ABD, ne de Avrupa.
Özetle bizdeki malzeme (halk) bu. Biz buyuz. Bundan dolayı da adamlardan teknoloji olarak en az 50 yıl ve demokrasi mantalitesi olarak da en az 100 yıl gerideyiz. Ondan sonra daha çok sorarız: “Onlar neden zengin? Biz neden fakiriz?” diye. Sonra da türlü türlü komplo teorileriyle, hayali düşmanlarla avunuruz, avutuluruz: “Yok İngiltere şöyle yapıyor. Yok ABD’nin oyunları bunlar. Yok Almanlar böyle.” (Andersenden “Dış Güçler Masalları”. Yersen.) Oturup da aynaya bakmak aklımıza ve işimize gelmez.