Yaşı kırkı geçmeyenlerin pek hatırlayamacağı bir rekabetin adıydı Fenerbahçe – Trabzonspor maçları. Bu rekabet Trabzonspor’un 1974-75 sezonunda o zamanki Türkiye 1. Ligi’ne çıkmasıyla başlamıştı. Aslında Trabzonspor’un, 1. Lig’e çıktığının ikinci sezonunda, ilk şampiyonluğunu yaşadığı sezon başlamıştı demek daha doğru olacaktır. Trabzonspor’un ilk şampiyonluğunu yaşadığı sezon olan 1975-76 sezonunda ikinci sırada Fenerbahçe vardı.
Son yirmi beş yıldaki Trabzonspor’daki genel form düşüklüğü sebebiyle bu iki takımın arasındaki maçlarda, o eski rekabet havasının esamesi artık okunmamakta; Trabzonspor tipik bir Anadolu takımı hüviyetine bürünmüşken, Fenerbahçe eskisi gibi yoluna devam etmekte. Trabzonspor arada bir ciddi bir form grafiği yakalasa da bunu iki-üç sezon bile devam ettiremiyor. Bu form grafiği saman alevinden öteye gidemiyor.
1974-75 sezonundan bu yana toplamda Fenerbahçe 30 sezonda, Trabzonspor da 13 sezonda ligi rakibinden daha üst sırada tamamlamış. Son sekiz sezonda ise Fenerbahçe, Trabzonspor’dan daha yukarıda ligi tamamlamış.
İki takım arasındaki rekabet, eski havasından çok çok uzak olsa da bu iki takım arasındaki maçlar normalin çok üstünde bir gerilime sahip oluyor. Özellikle 2010-11 sezonunda sonra, iki takım arasındaki ipler takım yönetimleri seviyesinde de neredeyse kopmuş durumda. Bu durum da, zaten gergin olan taraftarları normalden dah fazla gerginleştirmekte. Bu gerginlikten normal olarak futbolcular da nasiplerini alıyorlar. (Futbol; öyle söylenegeldiği gibi, dostluk ya da kardeşlik falan değildir Türkiye’de. Hiç böyle olmadı ve görünen o ki hiçbir zaman olamayacak da. Bu ayrı bir yazının konusu.)
1974-75 sezonundan bugüne kadar altı defa Fenerbahçe ligi birinci sırada ve Trabzonspor ikinci sırada, dört defa da Trabzonspor birinci ve Fenerbahçe de ikinci sırada ligi tamamlamışlar.
Aşağıda bu bahsi geçen sezonların puan durumları ve o sezon iki takım arasında yapılan maçların sonuçları yer alıyor:
FENERBAHÇE (1)
1977-78 Sezonu Fenerbahçe: 0 Trabzonspor: 1
Trabzonspor: 0 Fenerbahçe: 0
1982-83 Sezonu Trabzonspor: 0 Fenerbahçe: 1
Fenerbahçe: 4 Trabzonspor: 2
1995-96 Sezonu Fenerbahçe: 3 Trabzonspor: 1
Trabzonspor: 1 Fenerbahçe: 2
2003-04 Sezonu Trabzonspor: 0 Fenerbahçe: 1
Fenerbahçe: 3 Trabzonspor: 1
2004-05 Sezonu Trabzonspor: 0 Fenerbahçe: 2
Fenerbahçe: 2 Trabzonspor: 1
2010-11 Sezonu Trabzonspor: 3 Fenerbahçe: 2
Fenerbahçe: 2 Trabzonspor: 0
TRABZONSPOR (1)
1975-76 Sezonu Trabzonspor: 1 Fenerbahçe: 0
Fenerbahçe: 0 Trabzonspor: 0
1976-77 Sezonu Fenerbahçe: 1 Trabzonspor: 1
Trabzonspor: 3 Fenerbahçe: 0
1979-80 Sezonu Trabzonspor: 2 Fenerbahçe: 0
Fenerbahçe: 1 Trabzonspor: 1
1983-84 Sezonu Fenerbahçe: 0 Trabzonspor: 1
Trabzonspor: 0 Fenerbahçe: 0
Hiç sevmediğim takımların başında geliyor Barcelona FC. Çünkü her türlü ırkçı yaklaşım midemi bulandırıyor. Barcelona FC, ırkçılığın çok açık bir şekilde bir futbol kulübü haline dönüşmüş şeklidir bana göre. Ayrıca bu noktadan hafif bir mağduriyet hissettirip takımlarını pazarlamayı da çok iyi başarıyorlar. (Parayı da vuruyorlar yani.) Lakin şimdiki konumuz bu değil.
Konumuz aşağıdaki şekil. Barcelona FC’nin Avrupa futboluna son 25 yılda nasıl damga vurduğunun çok açık bir göstergesi olan bir istatistik. Irkçılar falan ama futbol mevzusunu başarmışlar. Gerçi Barcelona FC, “ırkdaşları” için bir milli takım hüviyetinde. Kulüp başkanları da başbakan gibi. Bir milli takımın da bu kadar başarılı olması normal (mi?)
Futbol yazısı yazmayı sevmiyorum ama yukarıdaki şekil dikkatleri çeken bir şekil olmuş. Ayrıca işin içinde biraz istatistik olunca da beni hemen cezbetti.
NBA ile TFF’yi karşılaştırmak ağır siklet boks şampiyonu ile tüy sikletteki sıradan bir boksörü kıyaslamak gibi ama biz yine de sosyal bir değerlendirme yapalım NBA’deki konudan yola çıkarak:
TMZ adı verilen bir paparazzi kanalı geçtiğimiz Cumartesi ve Pazar (26. – 27.04.2014) günleri Donald Sterlinge ait olan bazı ses kayıtlarını yayınladı. (Donald Sterling, Los Angeles Clippers takımının sahibi.) Konuyla ilgili yorum yapanlar ısrarla “statement allegedly made by Doland Sterling” kalıbını kullandılar. Yani “Donald Sterlinge ait olduğu söylenen ifadeler” şeklinde.
Önceki yazımda da yazmış olduğum gibi NBA başkanı Adam Silver ses kayıtlarını duyar duymaz harekete geçti. Oyuncularla, NBA oyuncu birliği yöneticileriyle, Los Angeles Clippers yöneticileriyle, hatta Doland Sterling ile görüştü ve olayı en kısa zamanda sonuçlandıracağını belirtti bir basın toplantısında. Olayın üzerinden üç-dört gün geçtikten sonra da yani bugün (29.04.2014) (daha doğrusu ABD için dün akşam) NBA başkanı olarak kesin kararını verdi: Donald Sterling “hayat boyu” NBA’deki tüm haklarından mahrum edildi. Hiçbir NBA maçına gidemeyecek. Los Angeles Clippersın herhangi bir etkinliğine katılamayacak. Bunun üstüne 2,5 milyon ABD doları da cezaya çarptırıldı. Peki ceza neden 2,5 milyon ABD doları? Çünkü NBA’in verebileceği maksimum ceza miktarı 2,5 milyon ABD doları da ondan. Hatta basın toplantısında Adam Silver, kulübün diğer ortaklarıyla da konuştuğunu ve Donald Sterlinge takımı satması konusunda baskı yapacağını da belirtti:
Bu karar NBA ile ilgisi olan herkesi memnun etmiş görünüyor. Kimsenin bir şikayeti yok. Adam Silver ilk ve en zorlu sınavını başarıyla vermiş görünüyor.
Peki bütün bunlar olurken Donald Sterling ne yaptı? Ekranlara çıkıp, “Bunlar montaj. Bana komplo kuruluyor.” mu dedi? Yoksa “Bu dinlemelerin hiçbirisi yasal değil. Olmaz bu. Hukuksuzluktur bu.” mu dedi? Ya da “Los Angeles Clippersın son zamanlardaki başarısını çekemeyenlerin işi bu. Kanımızın son damlasında kadar direneceğiz. Son sözümüz Clippers.” mı dedi? Bu da olmadı “Montajlarla, ayak oyunlarıyla bizi yıldıramazlar. Clippers Cumhuriyeti herkesten büyüktür.” falan mı dedi? Peki Donald Sterlingin herhangi bir yalakası bunlardan birisini yaptı mı? Medya vasıtasıyla öfke ve kin pompalanmış olan Clippers taraftarı sokaklara dökülüp, “Büyük başkan seninleyiz.” diye gösteriler mi yaptı? Staples Centerın önünden geçen South Figueroa caddesini caddesini trafiğe mi kapattı? Bunların hiçbirisi gerçekleşmedi tabii ki. Çünkü bu olayın yaşandığı yer Amerika Birleşik Devletleri. Öncelikle kamuoyu sizi perişan eder. İnsanları bu türlü saçmalıklara ikna edemezsiniz. Birçok kusurlarıyla beraber oldukça olgun bir kamuoyu vardır burada.
Tüm bu yazdıklarımı, yukarıdaki resimle beraber düşünürseniz “NBA ile TFF” ve “ABD kamuoyu ile Türkiye kamuoyu” arasındaki farkı çok rahat görebilirsiniz.
Ayrıca ülkemdeki futbolun durumu ile ABD’deki basketbolun durumunu kıyaslarsanız zaten aradaki uçurum da kolayca anlaşılır.
NBA başkanı (NBA commissioner) olayı öğrendikten “3 (yazıyla üç)” gün sonra kararını veriyor. Bizde TFF “şike” diye bilinen olaydan aylar sonra bir karar veremiyor. En sonunda vermiş olduğu karar da kimseleri tatmin edemiyor. Ortaya öyle bir cümle çıkıyor ki insan buna kıçıyla bile gülemiyor: “Şike vardır ama sahaya yansımamıştır.” Herhangi normal bir insan evladının yorumlamakta oldukça zorlanacağı bu cümleyi bizim toplumumuzdaki bazı at gözlüklü tipler “normal” kabul edebiliyor. (Daha fazla ayrıntı için: http://maksatsporolsun.blogspot.com.tr/2012/05/sike-iddianamesinden-end-feather.html ve http://maksatsporolsun.blogspot.com.tr/2012/05/tarihe-not-dusulsun.html) Çünkü bizde amaç adalet değildir genellikle. Esas amaç; öncelikle kendini, sempatizanı olduğu topluluğu ve o günü kurtarmaktır.
Benim ülkemde NBA’de yaşananların tamamen tersi yaşandı değil mi şike sürecinde? Resmi “tape”ler, görüntüler bile inkar edildi. Bunları kayıt altına alanlar suçlandı. İlgili, ilgisiz birçok insana ihale edildi olay. Ekranlardaki dezinformasyonun haddi hesabı yoktu. Üstelik bunların önemli bir kısmı da “zanlı”lar ve onların yalakaları tarafından gerçekleştirildi.
Sonuç olarak ABD’nin gayri menkul milyarderi ve aynı zamanda bir Yahudi olan Donald Sterling, bir paparazzi kanalının medyaya aktarmış olduğu, yasal olarak delil bile teşkil etmeyecek bazı ses kayıtlarından dolayı NBA tarihindeki en ağır cezaya çarptırılmış oldu. (Donald Sterlingin bir Yahudi olduğunu Adam Silvera basın toplantısında sorulan bir sorudan öğrendik. Aynı toplantıda Adam Silverın da bir Yahudi olduğunu öğrenmiş olduk. Selefi David Stern gibi. Ama konumuz bu değil. Zaten bizce çok fazla önemi de yok.)
Halk olarak da aslında oldukça sorunlu bir halkız. Kamuoyu diye bildiğimiz yapıda ciddi sorunlar ve yılların biriktirmiş olduğu, tamir bekleyen hasarlar var. Yukarıda da belirttiğim gibi bizdeki amaç adalet değil sempatizanı olduğumuz topluluğun, her ne olursa olsun haklı çıkmasıdır. Bunun için de kendimizi paralamaktan çekinmeyiz. Sempatizanı olduğumuz grubun haklı çıkması için gösterdiğimiz çabanın yüzde birini adaletin, gerçeğin, doğrunun ortaya çıkması için sarf etmeyiz. Çünkü işimize gelmez. Ama iş, beylik laflara ve sloganlara gelince de elimize kimseler su dökemez. Millet olarak bu konuda rakip tanımayız. “Türk’ün gücü” acayip bir şeydir. Buna kimse direnemez. Ne ABD, ne de Avrupa.
Özetle bizdeki malzeme (halk) bu. Biz buyuz. Bundan dolayı da adamlardan teknoloji olarak en az 50 yıl ve demokrasi mantalitesi olarak da en az 100 yıl gerideyiz. Ondan sonra daha çok sorarız: “Onlar neden zengin. Biz neden fakiriz.” diye. Sonra da türlü türlü komplo teorileriyle, hayali düşmanlarla avunuruz, avutuluruz: “Yok İngiltere şöyle yapıyor. Yok ABD’nin oyunları bunlar. Yok Almanlar böyle.” (Andersenden “Dış Güçler Masalları”. Yersen.) Oturup da aynaya bakmak aklımıza ve işimize gelmez.
NBA ile TFF’yi karşılaştırmak ağır siklet boks şampiyonu ile tüy sikletteki sıradan bir boksörü kıyaslamak gibi ama biz yine de sosyal bir değerlendirme yapalım NBA’deki konudan yola çıkarak:
TMZ adı verilen bir paparazzi kanalı geçtiğimiz Cumartesi ve Pazar (26. – 27.04.2014) günleri Donald Sterling’e ait olan bazı ses kayıtlarını yayınladı. (Donald Sterling, Los Angeles Clippers takımının sahibi.) Konuyla ilgili yorum yapanlar ısrarla “statement allegedly made by Doland Sterling” kalıbını kullandılar. Yani “Donald Sterlinge ait olduğu söylenen ifadeler” şeklinde.
Önceki yazımda da yazmış olduğum gibi NBA başkanı Adam Silver ses kayıtlarını duyar duymaz harekete geçti. Oyuncularla, NBA oyuncu birliği yöneticileriyle, Los Angeles Clippers yöneticileriyle, hatta Doland Sterling ile görüştü ve olayı en kısa zamanda sonuçlandıracağını belirtti bir basın toplantısında. Olayın üzerinden üç-dört gün geçtikten sonra da yani bugün (29.04.2014) (daha doğrusu ABD için dün akşam) NBA başkanı olarak kesin kararını verdi: Donald Sterling “hayat boyu” NBA’deki tüm haklarından mahrum edildi. Hiçbir NBA maçına gidemeyecek. Los Angeles Clippers’ın herhangi bir etkinliğine katılamayacak. Bunun üstüne 2,5 milyon ABD doları da cezaya çarptırıldı. Peki ceza neden 2,5 milyon ABD doları? Çünkü NBA’in verebileceği maksimum ceza miktarı 2,5 milyon ABD doları da ondan. Hatta basın toplantısında Adam Silver, kulübün diğer ortaklarıyla da konuştuğunu ve Donald Sterling’e takımı satması konusunda baskı yapacağını da belirtti:
Bu karar NBA ile ilgisi olan herkesi memnun etmiş görünüyor. Kimsenin bir şikayeti yok. Adam Silver ilk ve en zorlu sınavını başarıyla vermiş görünüyor.
Peki bütün bunlar olurken Donald Sterling ne yaptı? Ekranlara çıkıp, “Bunlar montaj. Bana komplo kuruluyor.” mu dedi? Yoksa “Bu dinlemelerin hiçbirisi yasal değil. Olmaz bu. Hukuksuzluktur bu.” mu dedi? Ya da “Los Angeles Clippers’ın son zamanlardaki başarısını çekemeyenlerin işi bu. Kanımızın son damlasında kadar direneceğiz. Son sözümüz Clippers.” mı dedi? Bu da olmadı “Montajlarla, ayak oyunlarıyla bizi yıldıramazlar. Clippers Cumhuriyeti herkesten büyüktür.” falan mı dedi? Peki Donald Sterling’in herhangi bir yalakası bunlardan birisini yaptı mı? Medya vasıtasıyla öfke ve kin pompalanmış olan Clippers taraftarı sokaklara dökülüp, “Büyük başkan seninleyiz.” diye gösteriler mi yaptı? Staples Center’ın önünden geçen South Figueroa caddesini caddesini trafiğe mi kapattı? Bunların hiçbirisi gerçekleşmedi tabii ki. Çünkü bu olayın yaşandığı yer Amerika Birleşik Devletleri. Öncelikle kamuoyu sizi perişan eder. İnsanları bu türlü saçmalıklara ikna edemezsiniz. Bir kısım kusurlarıyla beraber oldukça olgun bir kamuoyu vardır burada.
Tüm bu yazdıklarımı, yukarıdaki resimle beraber düşünürseniz “NBA ile TFF” ve “ABD kamuoyu ile Türkiye kamuoyu” arasındaki farkı çok rahat görebilirsiniz.
Ayrıca ülkemdeki futbolun durumu ile ABD’deki basketbolun durumunu kıyaslarsanız zaten aradaki uçurum da kolayca anlaşılır.
NBA başkanı (NBA commissioner) olayı öğrendikten “3 (yazıyla üç)” gün sonra kararını veriyor. Bizde TFF “şike” diye bilinen olaydan aylar sonra bir karar veremiyor. En sonunda vermiş olduğu karar da kimseleri tatmin edemiyor. Ortaya öyle bir cümle çıkıyor ki insan buna kıçıyla bile gülemiyor: “Şike vardır ama sahaya yansımamıştır.” Herhangi normal bir insan evladının yorumlamakta oldukça zorlanacağı bu cümleyi bizim toplumumuzdaki bazı at gözlüklü tipler “normal” kabul edebiliyor. (Daha fazla ayrıntı için: Şike İddianamesi’nden – THE END (THE FEATHER) ve http://maksatsporolsun.blogspot.com.tr/2012/05/tarihe-not-dusulsun.html) Çünkü bizde amaç adalet değildir genellikle. Esas amaç; öncelikle kendini, sempatizanı olduğun topluluğu ve o günü kurtarmaktır.
Benim ülkemde NBA’de yaşananların tamamen tersi yaşandı değil mi şike sürecinde? Resmi “tape”ler, görüntüler bile inkar edildi. Bunları kayıt altına alanlar suçlandı. İlgili, ilgisiz birçok insana ihale edildi olay. Ekranlardaki dezinformasyonun haddi hesabı yoktu. Üstelik bunların önemli bir kısmı da “zanlı”lar ve onların yalakaları tarafından gerçekleştirildi.
Sonuç olarak ABD’nin gayri menkul milyarderi ve aynı zamanda bir Yahudi olan Donald Sterling, bir paparazzi kanalının medyaya aktarmış olduğu, yasal olarak delil bile teşkil etmeyecek bazı ses kayıtlarından dolayı NBA tarihindeki en ağır cezaya çarptırılmış oldu. (Donald Sterling’in bir Yahudi olduğunu Adam Silver’a basın toplantısında sorulan bir sorudan öğrendik. Aynı toplantıda Adam Silver’ın da bir Yahudi olduğunu öğrenmiş olduk. Selefi David Stern gibi. Ama konumuz bu değil. Zaten bizce çok fazla önemi de yok.)
Halk olarak da aslında oldukça sorunlu bir halkız. Kamuoyu diye bildiğimiz yapıda ciddi sorunlar ve yılların biriktirmiş olduğu, tamir bekleyen hasarlar var. Yukarıda da belirttiğim gibi bizdeki amaç adalet değil sempatizanı olduğumuz topluluğun, her ne olursa olsun haklı çıkmasıdır. Bunun için de kendimizi paralamaktan çekinmeyiz. Sempatizanı olduğumuz grubun haklı çıkması için gösterdiğimiz çabanın yüzde birini adaletin, gerçeğin, doğrunun ortaya çıkması için sarf etmeyiz. Çünkü işimize gelmez. Ama iş, beylik laflara ve sloganlara gelince de elimize kimseler su dökemez. Millet olarak bu konuda rakip tanımayız. “Türk’ün gücü” acayip bir şeydir. Buna kimse direnemez. Ne ABD, ne de Avrupa.
Özetle bizdeki malzeme (halk) bu. Biz buyuz. Bundan dolayı da adamlardan teknoloji olarak en az 50 yıl ve demokrasi mantalitesi olarak da en az 100 yıl gerideyiz. Ondan sonra daha çok sorarız: “Onlar neden zengin? Biz neden fakiriz?” diye. Sonra da türlü türlü komplo teorileriyle, hayali düşmanlarla avunuruz, avutuluruz: “Yok İngiltere şöyle yapıyor. Yok ABD’nin oyunları bunlar. Yok Almanlar böyle.” (Andersenden “Dış Güçler Masalları”. Yersen.) Oturup da aynaya bakmak aklımıza ve işimize gelmez.
Tepki platformu çok doğru seçilmemiş olsa da hemşehrimin haklı olduğunu düşünüyorum. Lakin 2011 yılına takılıp kalmanın da bir faydasının olmayacağı kanaatindeyim.
Eleman; ne sağcı, ne solcu tam bir futbolcuymuş gerçekten. Bir “oy”un bile altın kıymetinde olduğu, bize asrın seçimi olarak sunulan bu seçimde “oy”unu Trabzonspor’a vermiş.
“Şike var ama sahaya yansımadı.” Öyle kendi kendine oldu, bitti. Şike bu! Bir aralık olası gelmiş ve kendi kendine gerçekleşmiş. Yav yerden bitkiler de böyle kendi kendine çıkmıyor mu? Çıkıyor. O hesap işte! Ona şaşırmıyosun da buna mı şaşırıyosun? Şimdi bak bi de şöyle bi şe var: Her yerde şike olur ama benim ülkemde katiyyen olmaz. Abartmayın beyler!!! Ayı booluyo!!! Hadi naş!!! Çizerim…